18 Aralık 2018 Salı

Kargarita'nın sayıklamaları #3

Sigarayı çok fazla içmiyorum. Çakmagı bir an önce paketin içine sıgdırmaya çalışıyorum sadece. Kayboluyor diger türlü.

Alışamadım Yokluguna

Gittiginden bugüne "O olsa..." diye başlayan bir cümle kurmadım. İhtiyacım sana degil, seninle olmaya. Beni terketmene de üzülmedim hiç. Üzüldügüm seninle bir daha birlikte olamayacagım. Oldu ki bir gün gemileri yakıp bana geri geldin, ben de üç ögün tükürdügümü yaladım, asla ilk günkü kadar heyecanlı, eskisi kadar hevesli olamayacagım seni severken.

Hayat tek gösterimlik bir oyun. İkimizin oynadıgı bu tiyatro hiçbir zaman eskisi gibi ilgi çekici olmayacak. Asla eski hevesimle çıkamayacagım sahneye. İşte sen bu şansı kaybettirdin bana.

Bomboş bir salon, sensiz bir sahne. Aklımda bir şarkı, alışamadım yokluguna.

9 Aralık 2018 Pazar

Altını çizdiklerim

Yalvarırım sana... kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış. kilitli odalar veya yabancı lisanlarda yazılmış kitaplar gibi. Cevapları şimdi arama. şu anda cevaplar sana verilemez; çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu, her şeyi yaşama meselesidir. şu anda, senin soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabı yaşarken bulacaksın.

Duino ağıtları - Rilke

Kargarita'nın sayıklamaları #2

Dönecek misin bilmiyorum. Bu blogda bir harf bile geçmiyor seninle alakalı. Aylardır onlarca sayfa şey yazdım senin hakkında. Sen okumayacaksan, bunları gözlerine bakarak söyleyemiyorsam neden başkaları okusun ki?

Sinemadan anlamayan adam

Son zamanlarda hali ortada olan Türk sinemasının imajını belki biraz olsun yükseltebilmiş olan bir film izledim az önce. Limonata. İsmini pek duymamış olmam, pek insanlar arasında konuşulmuyor oluşu iyi bir film olduguna dair ilk işaretti. Ali Atay'ın yönetmenlik de yaptıgını ögrendigim sinema cahilligimle izledigim filmde kimi sahnelerde gülüp kimilerinde fazlaca üzüldüm. Harika bir filmdi bu yönüyle. Gerçekçiligin tavan yaptıgı mükemmel oyunculuklarla da senaryo iyice izleyiciye aktarılmış. Bir buçuk saat boyunca eglenceli zaman geçirmek isteyenler için kesinlikle tavsiye edebilecegim film.

8 Aralık 2018 Cumartesi

Kargarita'nın sayıklamaları

Her geçen gün başımıza daha büyük dertler gelmiyor, her geçen gün gerçekleri biraz daha farkediyoruz sadece. Artık yaparken dogru gibi gözüken yanlışlarımız yok, dogru bile olsa yanlış süzgecinden binlerce kez geçirdigimiz sıkıcı gerçeklerimiz var.

Günlügümden bir sayfa


zamanında birini sevmiştim, zamanın sonsuzluğuna o zaman inanmaya başladım. elinin değmediği tenimde attı kalbim uzun bir süre. insanın kalbi canının acıdığı yerde atar nasıl olsa. sonsuz zamanlarda attı kalbim, dudaklarımda attı ellerimde attı. sadece yüreğimden gelmedi o patlamak isteyen kalbin sesi. kaburgama her vuruşunda acıtan o kalp, ellerimi acıttı. onun her gülüşü, kalbimin her atışıydı. kalbimin her atışı, acıydı benim için.

zamanla geçer deyip, eyerini attığım yelkovanın üstüne binip zamanda yolculuğa çıktım. ilk önce onu ilk gördüğüm yere gittim, eski demir bir kapının paslı koluna yaslanmış vaziyette sigara içerken, dolunayın aydınlattığı ve sokağın sarı ışıklarıyla birlikte yetersiz bir şekilde ışık tuttuğu kapı önünde karanlığı izlerken birden gelip karşıma çıktı. yanında iki arkadaşıyla birlikte, beyaz tenini süsleyen açık buğday, beline değmek üzere olan saçlarıyla ve tıpkı saçları gibi renk ve güzellikte olan gözleri önümden geçip içeri doğru girdi. kalbimin bütün vücudumda attığını hissettiğim o anlarda en ufak bir göz teması bile beni öldürebilir, yere serebilirdi. elimdeki sigaradan uzun bir soluk alıp gökyüzüne baktım. ışığın yetersizliğiyle beliren yıldızlar o gece sanki birbirleriyle anlaşmışlar gibi bana onun yüzünü betimliyor, sanki simsiyah bir tuvalin üstüne onun eşsiz yüzünü çiziyorlardı. samanyolu o, evren oydu o an benim için. sigarayla birlikte yandım ve bittim. ne kadar şanslı olduğunun farkında olmayan demir kapının öteki tarafındaki binanın önünden yavaş yavaş, gözüm kapıda uzaklaştım. sanırım o gece paslı demir kapının kolu bir kez daha dönse ve içeriden o çıksa gözlerimi kaybedebilirdim, çünkü o sıra dolunayın parlaklığını, ışığını ondan almasına bağlıyordum.

uzaklaştım, kapının önde bekleyen yelkovanımın üstüne atlayıp zamanda, karanlığımda ilerlemeye devam ettim. o günün sabahına; okulun ilk arasında, bahçede onu ilk defa aydınlıkta gördüğüm ve gözlerime ilk baktığı lahzaya eriştim. gece toplanan bulutlar hafif bir yağmur bırakmıştı, bu nedenle yerler çok az ıslaktı. okulum dağ eteğindeydi ve dağ, kışın ortalarının verdiği gazla soğuğu üstümüze üflüyordu. ben üstüme giydiğim kazağın ve çenemi yapıştırdığım boynuma sıkı sıkı sarılmış olan kaşkolumun üstünde dudaklarıma sigarayı yapıştırıyordum. cebimden çıkardığım çakmağı -soğuktan ateşin bile donacağını düşünüyordum- sigaramı yakmak için çaktım, ilk denememde başarısız olunca ikinci kez döndürdüm taşı, ateşle birlikte o da geldi. sigarayı tutuşturmak için dudaklarıma kaldırdığım çakmağın çıkardığı ateşin arasından onun güzel yüzünü gördüm. sigaranın ilk dumanını içime çektim. duvarları parçalanmış, pencereleri çıkarılmış ve yangından dolayı içi simsiyah olan bir gecekondu olan "ben"i, o sabah yeni baştan inşa edip sımsıcak bir ev haline çevirenin o olduğunu gördüğümde, sigaradan çektiğim ilk nefesin, komadan sonraki ilk nefesim olduğunu farketim.

bir ona baktım, bir ona. yaklaşık bir dakika sadece onun gözlerine, bana bakmayan gözlerine baktım. kimdi? adı neydi? neyi severdi? kimi severdi? nasıl severdi? ne yapsam beni severdi? başına, saçlarının sadece bir kısmını örten kırmızı yün bir bere giymişti. buğday saçları berenin yanlarından yüzüne iniyor ve narin parmaklarıyla o saçları kaşlarının yanına doğru itiyordu. soğuktan pek fazla olmasa da kızarmış burnunun ucu, her güldüğünde onu daha da tatlı yapıyordu. boynunu soğuktan korumak için ise yün bir şal giymişti. şal kimdi, onu benim kadar soğuktan koruyabilir miydi? üşüse dünyadaki tüm yünleri önüne dökebilirdim, şal bunu yapamazdı. şal sadece onun boynuna sarılırdı. benim sarılamadığım o boynuna sarılırdı. tenini tanımayan ellerim ile sigarayı dudaklarımın arasına götürüp uzun bir nefes çektim.

farkında olmadan, istemsiz bir şekilde gülümseyerek, ona dalgın bakışlar atıyordum. sanki gözlerim yuvalarından çıkmış, onun ayağına tıklayıp bana bakmasını söylemiş gibi, bir kaç dakika sonra gözleri gözlerime değdi. bakışından milyonlarca anlam çıkardığım, sanki o an gözleriyle bana dünyadaki bütün saadeti ateş etti. saadet mermisi kalbimi deldi ancak geçmedi, kalbime karışıp o da atmaya başladı. kalbimin attığını ve sanki ağzımdan çıktığını hissediyordum. bakışından pek memnun olmasa gerek anında gözlerini çekti, o an kafamda binlerce senaryo uydurmuş ve bir kısmını eleyip en son elimde, onun bir şey hissetmediği teorisini bırakmıştım. neden bir olayın üstüne atıldığımızda, olma ihtimalinden çok olmama ihtimalini düşünürüz? neden bardağın boş tarafını görürüz? sanırım benim o an yaptığım bardağın boş tarafını düşünmenin ötesinde, boş tarafı taşa vurup parçalarını bileğime sürtmekti. yürümeye başladı ve önümden geçip sınıfa doğru yol aldı.

yeniden etraf karanlıklaştı ve önüme dört nala yelkovanım yanaştı. üstüne binip tekrar yolculuğa devam ettim. unutan iyileşir diyordu yelkovan, çok karışıyordu oysa ki, onun işi sadece ilerlemekti. ilerledi ve bir cafenin önünde durup inmemi söyledi, indim. işittiğim ilk ses titreşiminin çıktığı yere getirmişti.

Fantastik Roman Havası

 Alakamar'dan sonra 3. stera yılında, ışık girmez bir ormanın derinliklerinde, yaşına göre oldukça diri bakışları olan bir Salazaria yaşardı. Yalnız bir hayat süren bu Salazaria şu sıralar tüm gününü ağaç kesmekle ve kışa hazırlık yapmakla geçirmekteydi. Agaçları kesmesinin sebebi içinden akan mavi renkli sıvı ile tüm kış karnını doyurabilecek olmasıydı. Bu sıvı Salazaria ırkının yaratılışında da önemli rol oynayan, ismi mavi kan anlamına da gelen kamarot sıvısıydı. Alakamar'dan önce 8. stera'da yaşanan büyük çağ savaşında yanan kamarot ormanından bir şelale gibi akan bu sıvının, savaşçıların ruhuyla temas etmesi sonucu ortaya çıkan Salazarialar için bu sıvı sudan bile daha değerliydi.

Diye başlayan bir roman yazma kararı aldım. Bakalım nerelere varacak?

Tek nefeslik bir cümle

Ah şu kendimizi kandırmalarımız... Tanıştıgın andan itibaren içinde sizi rahatsız eden bir şey barındıran fakat güzelligiyle yada sizi degerli hissettirmesiyle bütün bunları geçici olarak unutturan insanlar için taktıgımız at gözlüklerimiz gün gelince narkozsuz çıkarılıyor suratımızdan.

İstiyorum öyleyse malım

Bir konuda istekli oldugunu kimseye belli etme. Eski, parçalanmış ve sagından solundan yırtılmış bir defterimin ara sayfalarında bir dipnot olarak buldum bu yazıyı. Yıllar önce kendime yazmışım. Acaba kursagımda ne kalmıştı bunu yazarken?

Gerçekleşmesi durumunda bize pek de bir şey katmayacak olaylar için tüm gün tırnaklarımızı yiyip heyecanla saga sola koştururken tam olarak ne yapmaya çalışıyoruz? Akşam buluşacagın kadın, iş çıkışı gidecegin alışveriş, gözünde büyüttügün bir proje... bunun gibi bir çok durum için insanlara yaş mamaya koşan kedi izlenimini neden veriyoruz?

İnsanların gözünde basit ve küçük görünmek için çok geçerli bir neden bu durum. Hele de sizden faydalanmaya çalışan bir insan fevri ve düşüncesiz hareketlerinizi gördügünde size verebilecegi herhangi bir iş, para yada cinsel hazların sizi kontrol etmede çok işe yarayacagını farkedebilir. O kadar eminsiniz ki o proje yada kadından alacagınızı aldıgınızda "bu muymuş ya" diyeceginizden. Buna ragmen kendi kabugunuza kapanıp hayatının tek gayesiymişçesine tüm gün bunu düşünüyorsunuz. Sonunda ne oluyor? Ya o kadın başta korktugunuz şeyi başınıza geçiriyor yada o adam projenizin gelecegi olmadıgını suratınıza çarpıyor. Siz de aptal heyecanınızla beraber bir seviye daha aşagı iniyorsunuz.

İnsanlara bir konuda istekli oldugunu göstermek yerine, bu durumun kendisi için eglence oldugunu ve hayatının gidişatını etkilemedigini, rutin bir zevk oldugunu hissettirmek gerekiyor. Bu sayede karşıdaki kendini vazgeçilmez hissetmiyor yada proje üzerinden sizi kullanabilecegini aklına bile getiremiyor. Sabredebilme yetenegi hayatımızın demirbaşlarından biri olmalı.

7 Aralık 2018 Cuma

Eski yazılarımdan

İnsan popülasyonu içerisindeki hayatta kalma mücadelesine değinmem gerek. insan nedir? insan matematiksel olarak hayvan+hayal kurma becerisi, biyolojik olarak yemek yiyen, boşaltım yapan, hayal kuran ve ölen, kimyasal olarak sürekli parçalanıp ısı veren bir varlıktır. ama ben türkçe dersiyle ilgileneceğim bugün. sokaktan çevirdiğiniz bir insanı, insanlık testine soktuğumuzda aldığımız sonuçlar’ın genel bir incelemesini yapma kararındayım.

Evet insan. insan ne yapar? insan doğar, 3 yaşına kadar yaşar, 4 yaşından sonra ilk 3 yıl ne yaptığını hatırlamazlıktan gelir, kötü bir şey yapmış gibi. doğmak gibi. 4 yaşından 7 yaşına kadar şımarır. oyuncaklarıyla oynar, genellikle yalnızdır her şeye ağlama potansiyeline sahiptir, yalan söyler, sürekli birşeyleri ister yada istemez. gelecek hayatına sağlam bir temel atar. 7 yaşına geldiğinde eve öğrencilik kağıdı gelir. acemilik için eve en yakın koğuşa gidilir. mavi önlük, beyaz yaka ve siyah ayakkabıdan oluşan üniforma ve kalem adı verilen 0.7 kalibre silah ele tutuşturulur. insan ilk gün genel olarak ağlar, çünkü gün içerisinde sınırlı sayıda gördüğü yaratıklardan dünyada daha çok olduğunu farkeder. insanlar her yerdedir, tıpkı ona benzeyen bir çok insan keşfeder. okula başlayan insan oğlu insan o günlerde okumayı-yazmayı öğrenir, düşünme daha o yaşta öğretilmez. düşünme hiçbir yaşta öğretilmez, düşünmenin hobi olarak yapılacak bir şey olduğunu bilir insanoğlu, okulda göremez.

Yaş ilerledikçe insan cinsiyetleri keşfeder. insanların çeşitli olduğunu ve herkesin aynı yerden işemediğini öğrenir. tanrının insanı yarıya ayırdığını, diğer yarısını da dünyanın bir yerine serptiğini anlar. hayatı boyunca diğer yarısını arayacağının farkında olmaz henüz, yaş 9-10 iken. yaş biraz daha ilerlediğinde uzun bır süre boyunca yarısını bulduğunu zanneder insan. sürekli olarak yanılır. yarım diye çok kişiyle yan yana gelir, uyuşmadığını anlar her seferinde.

Acemilik biter, insan asıl hayata koyulmaktadır. son sene sınavlar dizerler önüne. bir üst seviyeye geçmek için derler. tüm yaratıklara sordukları bu sorulara senden de cevap isterler. verirsin, şutlarlar bir liseye.

Lise başlar insan için, büyüdüm der insan. bilmez ki daha çocuktur. biraz zorlanmaya, biraz da hayatı anlamaya başlar insan. ama asla tam olarak anlayamaz. birkaç kez aşık olur bu çağda. bilmez, gerçek aşkı bulasaya kadar kaç kişiye aşk diyeceğini. içki içer, gezer, tozar. dünyayı tanır bu yaşta. ama sadece fiziksel olarak. başkalarının içini ancak canı yandığında farkeder insan. bu yaşa kadar, sindiren, boşaltan insan bu yaştan sonra yaşamanın asıl gayesi olan “hayal kurma” gereksinimine başlar. gelecek için sürekli hayal kurmaya, iş, okul, aşk temeliyle başlayıp sonsuz ihtiyaç hakkında düşünmeye çalışır. genel olarak gerçekleşmeyen bu umut bütünü, onu üniveriteye gönderecektir. hem de gireceği sap gibi gerçek olan bir sınavla.

….. Aşk değil bu yazının amacı, ne sınav sistemi, ne yaşam sistemi yada herhangi bir sistem. asıl söylemem gereken insanın hayal kurma mekanizması. ne kadar çok hayal kuruyoruz değil mi? kısa-uzun vadede biraz irdelesek en az 10 tane hayalimizi farkedebiliriz. kesinlikle hayal kurmanın kötü olduğunu savunmuyorum, benim kötü olduğunu savunduğum şey geleceği hayal ederken şimdiki zamanı yaşayamama. hayatımızı tamamen hayaller üstüne oturtup anı yaşayamama. insanın öleceği gün başka bir yarını, hayal kurabileceği bir günü dahi olmayacağını bilememe.
hayaller içerisinde yuvarlanırken yokuş aşağı, bir anda yaşanabilecek aksiliğin tüm hayatımızı değiştirme potansiyeli, hayatın rüzgarlı bir uçurumun kenarındaki bir kuş tüyü olduğu gösteriyor açıkçası. kurulan yüzlerce hayal, bir aksilikte bomboş umutlara dönüşüyor. gerçek bir anda göz önün geliyor. iş bu hale gelmeden gerçekleri görebilen insan, bu aksiliklerle çok daha kolay başa çıkabilir kanımca.

Türkçe yeterince anlattığıma göre biraz matematiğe de vurursam, bir kitapta okumuştum, der ki yazar; gelecekten geçmiş çıkarsa şimdiki zaman kalır.  geleceğinizi ne geçmişteki pişmanlıklarınızla, ne de boş hayallerinizle kurmayın. geleceğinizi sağlam hedefler üzerinde kurun ve geleceğin 1dk, 1 sn sonrayı da kapsadığını bilin. her anınızı doya doya yaşayın.