26 Temmuz 2014 Cumartesi

karalama; durum raporları.

                           
                     yüzeyi tam pencerenin altına denk gelen, üstünde sarı loş ışık veren bir masa lambası ve amaçsızca duran kitaplarımın olduğu masamın ve diğer köşede duvara sarılmış yatağımın bulunduğu karanlık odama girdim. masanın köşelerinde intihar etmeye çalışan silgi kalıntıları ve pencereden manzarayı izleyen kalemler haricinde odada hiçbir hareket yoktu. sessizliğe tam anlamıyla hapsolduğum an çekmecedeki laptobu masaya aldım. sarı loş ışık veren masa lambamın öbür tarafına yerleştirdim. müzik dinlemek amacıyla girdiğim tarayıcıda, bir kaç şiir ve makale okuma fikri ekranın yanından kafasını gösterdi. gireyim dedim bir kaç şey okuyayım. insanların çektiği acıları kendime uyarlayıp biraz da ben acı çekeyim. ateşin iyice yaklaştığını düşünüp pencereyi hafif araladım, rüzgar asi bir şekilde pencereyi birbirine bağlamış perdeyi delip geçmeye çalışıyordu. perde inat etti, perde kazandı, ben başladım okumaya. yazıya kendimi kaptırmadan önce dire stairs'ten brother in arms'ı açıp sırtımı bir tekeri kayıplara karışmış sandalyeme yasladım. sağ elimle gözlüğümü hizaya sokup okumaya başladım.

                    okudum, okudum, okudukça farkettim. yazar ne yazarsa yazsın, ne söylemek isterse istesin ben o anki kafama göre, hissettiklerime göre harfleri okumaya çalışıyordum. isterse komik bir makale olsun, ben nasıl yapıyorsam bin kelimenin arasındaki bir harfe odakanıyor, o harfin içindeki hüznü yakalıyor ve kendime uyarlıyordum. işte beni anlatıyor diyordum. harfleri yan yana koyunca kelimeleri oluşturuyor dedim, kelimeler türkçedir, ingilizcedir, falancadır. türkçeyi biliyorsan türkçe makaleyi okur anlarsın, ingilizceyi de o şekilde, ama dilden önce hüzün yada mutluluktur kelimelerin şifresini çözen. yazan her ne halt olursa olsun senin o gece eve girdiğindeki kafanın durumudur kelimelerin dili. o an arka fonda çalan şarkının alıp götürdüğü yer vardır beyinde, kelimeler orada okunur. günlük hayatta bir bakıştan yüz milyon anlam çıkarıyorum dedim, koskoca bir kelimeden neler çıkaramazdım ki?

                   şarkı o sıra kendini olaylardan çekti, ben de yeni bir şarkı görevlendirdim, saat gece yarısına veda etmiş edecek vaziyetteyken arşivimde gecenin şarkısını aramaktaydım. şarkılar vardır, imkansız aşklar gibidir, hafif rüzgarla sallanan perdenin süslediği, loş ışıklı koyu kestane masanın yanında oturan beni ve gecemi mahvedeceğini bile bile her gece dinlerim o şarkıyı. her gece ağzıma sıçar ama ben yine de onu görmek için girerim arşive. dinler, okurum. güneşin gün içerisinde yaktığı duygu ve özlem kırıntılarını geri getirmek için başka yöntem bilemem çünkü.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder